UZMANIMIZA
WHATSAPP’TAN ULAŞIN

İLETİŞİM FORMUNU
DOLDURUN

UZMANIMIZLA
İLETİŞİME GEÇİN

Web sitemizdeki deneyiminizi iyileştirmek için çerezleri kullanmaktayız.

Depremlere Karşı Sürdürülebilir Şehirler

 

Linked

N.Güneş Atay

-

Profili görüntüle

Depremlere Karşı Sürdürülebilir Şehirler

“Bilim bizi tanrıların gazabından kurtarır”

Doğal afetler yaşadığımız dünyanın vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçasıdır. Yanardağ patlamaları, yangınlar, su taşkınları, depremler ve çok daha fazlası doğanın döngüsü ve yer kabuğunun periyodik hareketleri kapsamında karşımıza çıkmaktadır. Esas olarak her gün üzerinde yaşadığımız gezegenin atmosfer koşullarında ve jeolojik yapısında ufak da olsa hareketlilikler yaşansa da bu hareketlerin şiddeti her zaman aynı olmamaktadır. Günlük yaşantımıza etkisi olabilecek doğal ve jeolojik değişiklikler ancak yüksek şiddetlere ulaştığında insan ve insanların kurduğu şehirlerdeki yaşamı etkileyecek seviyeye gelmektedir. Yaşayan bir organizma gibi sürekli hareket halinde olan yerküredeki canlı yaşamı da ancak bu yapıya uyumlu bir birliktelik sağlanabilir ise sürdürülebilir olmaktadır.

Bu uyumu sağlayabilmek ve sürdürülebilir bir dünya hedefine ulaşmak amacıyla, Birleşmiş Milletler ’in 2015 yılında hazırladığı ve dünya kamuoyu ile paylaştığı Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA), 2030 yılına kadar tüm ülkeler, şirketler ve bireyler tarafından yapılması gerekenler ile ilgili bir vizyon ortaya koymuştur. Toplam 17 SKA ve her bir SKA’nın altında toplam 169 hedeften oluşan bu çerçeve çalışması, insan yaşamı ile doğal afetler arasındaki ilişkiyi de içermektedir. Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar başlığı ile ifade edilen SKA 11’in alt başlıkları arasında bulunan 5 numaralı hedef “2030 yılına kadar, yoksulları ve kırılgan durumdaki insanları korumaya odaklanarak, su kaynaklı afetler de dâhil olmak üzere afetlerden kaynaklanan ölümleri ve etkilenen insan sayısını kayda değer miktarda azaltmak ve ekonomik kayıpların küresel GSYH içerisindeki göreli payını büyük oranda düşürmek” olarak tanımlanmıştır. Aynı kapsamdaki SKA 11.b ise SKA 11.5’i tamamlayıcı nitelikte; “2020 yılına kadar, kapsayıcılığı, kaynak verimliliğini, iklim değişikliğine uyumu, iklim değişikliğinin azaltılmasını ve afetlere karşı dayanıklılığı dikkate alan bütüncül politika ve planları benimseyen ve uygulayan kent ve yerleşim yeri sayısını önemli ölçüde artırmak ve Sendai Afet Risk Azaltımı Çerçeve Belgesi 2015-2030 ile uyumlu bütüncül afet riski yönetimini her düzeyde geliştirmek ve uygulamak” hedefini içermektedir.



Bu kapsamda, doğal afetlerden en az şekilde zarar görmek ve şehirlerin insan yaşamı, ekonomi ve çevre gibi birçok yönden sürdürülebilirliğini yönetmek adına şehirlerin doğa ile uyumunun sağlanması öncelik arz etmektedir. Sürdürülebilir şehirlerin, yapıların arasında hayatını devam ettiren insanın, doğa ile uyumunun sağlanmasını ve afetlere karşı şehirlerin hazır olmasını desteklemeyi amaçlamıştır. Sürdürülebilir bir şehir politikasına uygun davranmayan ülkeler ve toplumlar, özellikle deprem ve deprem ile doğrudan ilişkili tsunami gibi doğal afetler karşısında çaresiz kalabilmektedir. Ülkemiz de, dünya üzerindeki önemli fay hatları üzerinde bulunan bir coğrafyada bulunuyor olması sebebiyle, en fazla etkilendiği deprem afetine karşı alınacak önlemler doğrultusunda sürdürülebilir şehirler kurma ve denetleme konusunu stratejik öncelik haline getirerek koruyucu, öngörülü ve sürdürülebilir bir devlete dönüşümünü sağlamak durumundadır.

Bir Deprem Ülkesi Olarak Türkiye

Deprem, yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgaların yeryüzünü sarsması olayıdır. Bu sarsılma olayı genellikle aniden ve şiddetli derecede olduğunda insanlar için can ve mal kayıplarına sebep olmaktadır. Dünya tarihi boyunca felaket olarak kayıtlara geçen çok sayıda deprem meydana gelmiştir. Kayıtlı tarihin en yıkıcı depremlerinden biri, 23 Ocak 1556’da Çin’in Şensi şehrinde meydana gelen ve 830.000’den fazla insanın ölümüne sebep olan 1556 depremidir. Diğer taraftan yeryüzünde ölçülmüş en büyük deprem ise 9.5 büyüklüğü ile 22 Mayıs 1960 tarihinde Şili’nin Valdiva kentinde yaşanan ve ortalama 3000 bin kişinin ölümüne sebep olan yıkımdır.

Yeryüzündeki depremlerin %81’i, yerküre üzerindeki en riskli deprem kuşaklarından biri olan Pasifik Deprem Kuşağı üzerinde yer almaktadır. Bu bölge Şili’den kuzeye doğru Güney Amerika kıyıları, Orta Amerika, Meksika, ABD’nin batı kıyıları ve Alaska’nın güneyinden Aleutian adaları, Japonya, Filipinler, Yeni Gine, Güney Pasifik adaları ve Yeni Zelanda’yı kapsamaktadır. Bir diğer deprem kuşağı olan Alp-Himalaya Deprem Kuşağı ise depremlerin %17’sinin gerçekleştiği bir bölge olup Endonezya’dan başlayarak Himalayalar ve Akdeniz üzerinden Atlas Okyanusu’na ulaşmaktadır. Dünya üzerindeki üçüncü yoğun deprem kuşağı ise Atlantik Bölgesi’nde Atlas Okyanusu sırtı boyunca uzanmaktadır. Dünyadaki deprem kuşakları, yer kabuğundaki hareketliliklerin yoğun olduğu fay hatlarının bulunduğu bölgelere göre belirlenmektedir. Yer kabuğunu oluşturan levhaların hareketleri sonucu oluşan gerilme ve sıkışmalar sebebiyle yüzyıllar boyunca yer kabuğunda biriken enerjinin zaman zaman ortaya çıktığı nokta olan ve bir hat boyunca devam eden bu hareketli kesimlere “fay” adı verilmektedir. Fay hatları, bilimsel çalışmaların ve teknolojinin ilerlemesi doğrultusunda yapılan jeolojik araştırmalar ve incelemeler ile jeofizik biliminin bir dalı olan sismoloji yani deprem biliminin saha çalışmaları sonucunda belirlenmiştir. Söz konusu bilim dallarında yürütülen akademik araştırmalar ve saha çalışmaları bu fay hatları üzerindeki şehirleşme ve yapılaşmanın hangi ölçütlere göre yapılması gerektiği konusunda yol gösterici olmaktadır.

Türkiye, önemli deprem kuşaklarından biri olan ve Azor Adaları’ndan başlayıp Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Türkiye’de depremin hissedilmediği yer yoktur. Gerçekleşen depremlerin büyük bir kısmının zararsız olduğu ülkemizde, yüzölçümünün %42’si birinci derece deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Türkiye’de üç ana fay hattı bulunmaktadır. Bunlar Kuzey Anadolu Fay Hattı, Batı Anadolu Fay Hattı ve Doğu Anadolu Fay Hattı’dır. Türkiye’nin kuzey kesiminde doğu-batı doğrultusunda uzanan Kuzey Anadolu Fay Hattı yaklaşık 1500 km uzunluğa sahiptir. Marmara Bölgesi’nde; Saros Körfezinden başlar, Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Aras Vadisi’ne kadar uzanır. Bu kuşak Gelibolu, Marmara Denizi’nin derin kısımları, İzmit Körfezi, Adapazarı, Düzce-Bolu, Gerede, Merzifon, Suluova, Erbaa-Niksar, Kelkit vadisi ile Erzincan, Erzurum, Varto ve Van üzerinden geçen bir hat şeklinde Doğu Anadolu Fay Hattına doğru uzanmaktadır. Ayrıca Çanakkale, Edremit, Bursa ve İznik bu kuşak içerisinde kalır. Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF), dünyanın en hızlı hareket eden ve en aktif sağ-yanal atımlı faylarından biridir. Gölcük/Kocaeli’nde 17 Ağustos 1999’da yaşanan 7,4 büyüklüğündeki deprem bu fay hattındaki hareketlenmeler sonucunda gerçekleşmiştir. Bir deprem şehri haline gelen İzmir, Batı Anadolu Fay Hattı’nda iken, 7,9 büyüklüğündeki 1939 Erzincan depremi ile 7,7 ve 7,6 büyüklüklerindeki ikiz 2023 Kahramanmaraş depremleri Doğu Anadolu Fay Hattı’nda gerçekleşmiştir.



Görsel 1: Türkiye’nin Deprem Bölgeleri Haritası

Deprem Felaketine Karşı Yapı ve İnşaat Sektöründe Sürdürülebilirlik

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de depremlerin sebep olduğu hasarları azaltmanın en etkin yolu depreme dayanıklı yapılar inşa etmektir. Bu doğrultuda sürdürülebilirliğin yapı ve inşaat sektörüne adapte edilmesinde bir güçlük bulunmamaktadır. Yapıları inşa ederken yenilenebilir malzemeler kullanılmasının yanı sıra deprem riskinin yüksek olduğu bölgelerde inşa edilen yapıların canlı hayatının devamlılığını sağlaması önemlidir. Bu devamlılık, sürdürülebilir mühendislikle mümkündür. Yapıların hammaddeleri, süreçteki verimlilik, ekonomik yeterlilik, uygun arazi kullanımı, güvenlik ve insan ihtiyaçlarının karşılanması bütüncül bir sonuç oluşturmaktadır. Kentsel alanların dünya nüfusunun çok büyük bir alanını oluşturduğu ve doğal afetlerin kaçınılmaz olduğu bir coğrafyada, sürdürülebilirlik ilkesi çok daha önemli bir hale gelmiştir.

Gelişmekte olan ülkeler, artan ihtiyaçlarını karşılamak için yapı ve inşaat sektöründe ilerlemelere ihtiyaç duymaktadır. Ulaşım, enerji santralleri, havaalanları, barajlar, köprüler, yerleşim yerleri gibi sektörler ülke ekonomisinde büyük pay sahibidir. İnşaat projelerini farklı dallara ayırmak zor olsa da genel kabul gören düşünceye göre inşaat projeleri şu şekilde sınıflandırılabilir:
• Konut İnşaatları
• Bina İnşaatı
• Sanayi Yapıları
• Ağır Mühendislik Yapıları

Neden olduğu tüm çevre sorunlarına rağmen ekolojik, ekonomik ve sosyal işlevleri yapı ve inşaat sektörünü vazgeçilmez kılmış ve doğa ile uyumlu gelişme için yeni fikirlerin doğmasına neden olmuştur. Sürdürülebilir inşaat kavramı çatısı altında toplanan bu fikirler, artan maliyetler ve buna bağlı atık azaltımı dikkate alındığında, yeniden kullanılabilir ve enerji tasarruflu yapı malzemeleri kullanarak sektörü iyileştirmeyi amaçlamaktadır. Uluslararası bağlamda, sürdürülebilir inşaat terimi yalnızca Ottava/Kanada merkezli Uluslararası Yapı ve İnşaatta Araştırma ve Yenilik Konseyi'nin (CIB) son on yıldaki çalışmalarında bulunabilmektedir. İnşaatta sürdürülebilirlik konusu genellikle sürdürülebilirlik kavramını tam olarak kapsamayan "yeşil" terimi ile iç içe geçmekte veya eş tutulmaktadır. İki kavram arasındaki temel fark çevresel hususlardır. Bu bağlamda, iki kavramın kapsamı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.



Tablo 1: Yeşil Bina ve Sürdürülebilir Bina Kapsamı
Yenilenemeyen kaynakların tüketiminin artması, kaynakların gelecek nesillere aktarılması gibi insani sorunlar inşaat sektöründe yeni stratejilerin ve yeni planların kurulmasına yol açmıştır. Sürdürülebilirliğin inşaat sektöründe uygulanması için oluşturulan yeni stratejiler, binaların projelendirme aşamasında oluşturulmaya başlanmıştır. Bir projenin tamamen sürdürülebilir olması için ekonomik, erişilebilir, çevreye duyarlı, tasarım, inşaat ve yıkım aşamaları boyunca ekonomik, sosyal ve çevresel kaygılarla uyumlu olması gerekmektedir. Sürdürülebilir inşaat üzerine yapılan araştırmalar, klasik tasarım ve inşaattaki temel sorunların maliyet, zaman ve kalite ile sürdürülebilir tasarım ve inşaat, kaynak tüketimini ve çevresel bozulmayı azaltmak, sağlıklı bir yapılı çevre yaratmak olduğunu göstermektedir. İnşaat sektöründe sürdürülebilir yapım kavramı, geliştirilmeye uygun ve içerisinde değişik dalları barındıran bir konudur.



Tablo 2: Sürdürülebilir Yapım Kavramsal Olarak Modellenmesi Kibert yaptığı çalışmalar çerçevesinde sürdürülebilir yapım ilkelerini altı ana başlıkta toplamış ve sürdürülebilir yapım için kavramsal bir model oluşturmuştur. Bu kapsamda ; (1) kaynak tüketiminin azaltılması, (2) kaynakların yeniden kullanımının artırılması, (3) yenilenebilir/dönüştürülebilir kaynak kullanımının artırılması, (4) doğal çevrenin korunması, (5) sağlıklı bir çevre oluşturulması, (6) oluşturulan çevrede kalitenin sağlanması, kavramsal modelin ana hatlarını oluşturmaktadır.

Sürdürülebilir İnşaat Kavramının Temeli: Binalarda Sürdürülebilirlik

Sanayi ve diğer üretim araçlarının geliştirildikleri ilk dönemler Sanayi Devrimi ile kâra odaklanılan ve maliyeti düşürüp kazancı yükseltmeye dayalı bir strateji ile devam eden geçiş süreci olmuştur. Ancak ilerleyen dönemlerde kâr odaklı olmanın uzun dönemde zarara sebep olduğu görülmüş ve sürdürülebilirlik kavramı hayatımıza girmiştir. Bu noktada binaların inşa edilmesi, bakımı ve diğer ihtiyaçları gibi aynı zamanda çevrenin binalara etkileri ile binaların çevreye karşı etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır. Herhangi bir sistemin iç dinamikleri aynı döngüde yer alan diğer sistemlerden bağımsız olamamaktadır. Bu açıdan baktığımızda bina sistemlerinin iç faktörleri, dış faktörleri ve çevreleriyle sürdürülebilir olması birbiriyle doğrudan bağlantılı konulardır. Bu doğrultuda binaların deprem, yangın gibi felaketlere de dayanıklı olması gerekmektedir. Aynı zamanda binalarda ısı yalıtımı ile enerji kaybı önlenmeli; atık su sistemi ile atıkların uygun şekilde ayrıştırılması ve çevre dostu olması sağlanmalıdır. Su, elektrik ve doğal gaz gibi kaynakların doğru kullanılabilmesi için sağlıklı ve uygun tesisatların bulunması gerekmektedir.

Binaların sürdürülebilir hale getirilmesi insan güvenliğinin sağlanmasının yanı sıra uzun vadede ekonomik fayda da sağlamaktadır. Binaların ısı yalıtımı için mantolanmış olması ile elektrik ve doğalgaz tüketimini azaltılması, hem tüketici hem de daha geniş çerçevede ülke ekonomisi için sağladığı faydaya bir örnektir. Benzer şekilde elektrik tesisatlarındaki iyileştirme de elektriğin daha verimli kullanılmasını sağlayarak yine aynı etkiyi sağlamaktadır. Su tesisatlarının kaliteli malzemeden yapılarak sürdürülebilir hale getirilmesi ve suyun kullanılabilir ve içilebilir durumda tutulması toplum sağlığı için önem arz etmektedir. Kısacası doğru ısı yalıtımı, doğru tesisatlar ve doğru yapı hem toplum sağlığı hem çevrenin korunması hem de ekonomik olarak fayda sağlamaktadır.

Elbette ki bu örnekler sadece buz dağının görünen kısmıdır. Sürdürülebilirliğin de sürdürülebilir olması ve mütemadiyen gelişim göstermesi kavramın kendi açmazlarından olup bahsi geçen tüm hususlar bunun üzerine kurgulanmalıdır. Çatısında seralar veya güneş pilleri barındıran binaların yanında, dış duvarları camla kaplı binalar hatta gökdelenlerde kullanılmak üzere saydam yapılı güneş pili kaplamaları da bu noktada devreye girmektedir.

Binalar için elzem diğer husus ise ülkemiz için binaların deprem felaketine karşı sürdürülebilir olma gerekliliğidir. Çevre dostu, sürdürülebilir, daha az enerji tüketen ve ihtiyacı olan enerjiyi yenilenebilir kaynaklardan sağlayan binaların tasarlanması ve inşa edilmesi disiplinler arası işbirliğini gerektiren bütünleşik bir süreçtir. Bu süreçte;
• Binanın minimum enerji tüketecek şekilde ve uygun yönlerde yerleştirilmesi,
• Bina cephelerinin enerji tüketiminin optimize edilmesi (ısıtma ve soğutma yüklerinin minimize edilmesi),
• HVAC sistemlerinin ömür boyu maliyet analizi ile optimize edilmesi,
• Tasarım sürecinin ömür boyu maliyet analizine uygunluğu,
• Sistemlerin iç mekân kalitesini sağlayacak biçimde seçilmesi,
• Sistemlerin işletme ve bakımlarının kolaylığı,
• Yenilenebilir enerji kaynaklarının projelere dahil edilmesi,
• Bina kütlesinde pasif veya mekanik yöntemlerle ısı depolanması (HVAC sistemlerinin kapasiteleri küçülür, ilk yatırım ve işletme maliyetleri azalır),
• Bina kabuğundan kaynaklanan ısı kayıp ve kazançlarının minimize edilmesi,
• Dış iklimsel koşullar (dış ortam sıcaklığı, nem oranı, hava kalitesi, potansiyel kirletici kaynakları güneş alma imkânları, rüzgâr durumu), toprak, temiz su bulunabilirliği,
• Doğal havalandırma imkânlarından yararlanılması,
• Güneş enerjisi veya atık ısı destekli absorbsiyonlu sistemlerle daha az elektrik tüketen soğutma sistemleri kullanılması,
• Sıcak su için güneş kollektörleri, elektrik enerjisi için fotovoltaik (güneş pili) panelleri kullanılması,
• Isı geri kazanım sistemleri tesis edilmesi,
• Elektrikle aydınlatma yerine doğal aydınlatma, dış gölgelikler ve çift cam cephe sistemlerinin incelenmesi,
• İç mekân kalitesi sağlanırken verimli havalandırma stratejilerinin uygulanması,
• Su tüketimini azaltacak önlemler alınması (verimli cihaz kullanımı, yağmur suyundan yararlanma gri suların arıtılarak tekrar kullanımı, soğutma kulesi, klima santralları ve fan coil cihazlarındaki yoğuşma ile ortaya çıkan suların tekrar kullanılması vb.)
hususları dikkate alınmalıdır.

Depreme Karşı Sürdürülebilir Binalar için Deprem Yalıtım Sistemi

Depreme dayanıklı olduğu kadar, yerkürenin hareketleri ile uyum sağlayan sürdürülebilir binalar için ileri teknoloji kullanılarak üretilen sistemler bulunmaktadır. Özellikle dünya üzerinde deprem riski en yüksek ülke olan Japonya’da hem can kaybının hem de ekonomik kayıpların önüne geçmekte olan bu teknoloji, 1974 yılında Yeni Zelandalı Deprem Mühendisi William Henry Robinson tarafından tasarlanmış ve kurşun çekirdekli kauçuk yalıtım sistemi; popüler adıyla raylı temel sistemi veya deprem yalıtıcısı (sismik izolasyon) olarak adlandırılmıştır. Betonarme binalarda depremin şiddetine karşı koyan bir yapı kurulmaya çalışılırken, raylı sistemlerde temele yerleştirilen yalıtım sistemi sayesinde binanın deprem sırasında sadece temelinin yatay yönde hareket etmesi sağlanmaktadır. Böylelikle binanın salınımı daha düşük olmakta, depremin yıkıcı enerjisi hareket enerjisine dönüştürülerek depremin binaya aktardığı yıkıcı enerjinin şiddeti düşürülmektedir.



Görsel 2: Deprem sırasında deprem yalıtım sistemine sahip bina ile sıradan bir binada yaşananlar



Görsel 3: Kurşun Çekirdekli Kauçuk Yalıtım Sistemi

Depremlere karşı sürdürülebilir ve güvenli binaların inşasını mümkün kılan deprem yalıtımı sistemlerinin temeli deprem yalıtıcısı (sismik izolatör) olarak ön plana çıkmaktadır. Deprem yalıtıcısı, yapının kendisi ile temeli arasına yerleştirilen özel cihazlar sayesinde yapı ile zemin arasında bir katman oluşturarak, yapının ve yapının içindeki tüm bileşenlerin depremin yıkıcı etkilerinden korunmasını sağlayan bir yöntemdir. Deprem yalıtıcısı yapılarda her kolona birer tane, perde altlarına ise birden fazla olacak şekilde yerleştirilerek üst yapının temelden ve zeminden ayrılmasını sağlamaktadır. Bu yöntem sayesinde zeminden gelen deprem dalgaları yalıtıcılar sayesinde kırılmakta ve yapıya deprem yüzünden binen ekstra yük yalıtıcılar tarafından sönümlenmektedir. Bu sayede yapılar depremin yıkıcı etkisini en az hasarla atlatmaktadır. Bir başka deyişle, normal yapılarda %5 olarak kabul edilen sönüm oranı, deprem yalıtımı söz konusu olunca %20 ve üzerine çıkartılarak depremin yıkıcı etkilerinin azaltılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu sayede binaların kullanım ömrü uzamakta ve sürdürülebilirliğin temel etmenlerinden olan kaynakların verimli ve uzun süreli kullanımı sağlanmaktadır.

Türkiye’de deprem yalıtıcısı kullanımının yaygınlaştığını söylemek mümkün olsa da yeterli olmadığını vurgulamak gerekmektedir. Türkiye’de 2013’te alınan bir kararla, 100’den fazla yataklı, birinci ve ikinci derece deprem riski bulunan bölgelerdeki bütün hastanelerin deprem yalıtımlı olarak tasarlanması zorunlu hale getirilmiştir. Bu doğrultuda T.C. Sağlık Bakanlığı yeni inşa edilen Şehir Hastaneleri’nde deprem yalıtıcısı kullanımını zorunlu tutmaktadır. Kahramanmaraş merkezli depremde yalıtıcı kullanan hastaneler depremi hasarsız atlatmış ve deprem sonrası yaralılara tedavi hizmeti vermeye devam etmiştir. Yalıtıcı kullanılmadan inşa edilen hastanelerin ise bir kısmı hasar almış, bir kısmı da tamamen yıkılmıştır. Bu durum depremzedelere acil müdahale çabalarına ciddi şekilde engel olmuş ve deprem yalıtımının önemini bir kere daha kanıtlamıştır.

Diğer taraftan deprem ülkesi Türkiye’de can ve mal kaybına karşı koruma sağlayan deprem yalıtıcılarının en büyük dezavantajı yüksek maliyetidir. Proje maliyeti yüksek ve stratejik önem ihtiva eden hastane ve boğaz köprüleri gibi yapılarda tercih edilen deprem yalıtıcıları yüksek maliyeti sebebiyle genellikle konut inşaatında tercih edilmemektedir. Kısaca, depremde stratejik olarak yıkılmaması gereken ve inşa maliyeti yüksek olan yapılarda deprem yalıtıcıları kullanılmaktadır.

Groningen’den Tavşancıl ve Erzin’e Türkiye Deneyimi

Tüm bilimsel veriler ile planlanmaya çalışılan sürdürülebilir binalar ve sürdürülebilir inşaat sektörü, sürdürülebilir bir deprem yönetimi olmadan fazla anlam ifade etmemektedir. Yüzyılın sonundaki Gölcük depreminde yaşanan travmatik toplumsal acılar ve yüksek ekonomik kayıplardan sonra ülkemizde yaşanan deprem seferberliği, hem Türk toplumunda hem de ülke yönetiminde önemli ilerlemeler sağlanmasına sebep olmuştur. Özellikle ülkemizin yetiştirdiği en büyük bilim insanlarından Jeofizik Profesörü Ahmet Mete Işıkara, “Deprem Öldürmez Bina Öldürür” ifadesiyle toplum içerisinde büyük ölçüde farkındalık yaratmış, Deprem Dede ismiyle anılarak depreme uygun yapı ve inşaat ve şehir planlama düzenlemelerinin oluşturulmasına öncülük etmiştir. Bu farkındalık ve yürütülen sistemli çalışmalar neticesinde Türkiye artan bir ivmeyle dünya çapında da sesini duyurmuştur.

Türk uzmanların dünya çapındaki çalışmaları Prof. Dr. İhsan Engin Bal ve ekibinin depreme dayanıklı yapılar hakkında hem eğitim hem de uygulama alanında Groningen’de görev alması ve yapılan çalışmalara öncülük etmesiyle devam etmiştir. Hollanda’nın Groningen şehrinde 2012 yılında yaşanan ve Kuzey Buz Denizi’ndeki doğal gaz araştırmaları sebebiyle oluşan 3,6 şiddetindeki depremden sonra İstanbul Teknoloji Üniversitesi Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü’nden Prof. Dr. İhsan Engin Bal’ın, şehirdeki Hanze Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’ne davet edilmesi bu sürecin ne kadar doğru yönetildiğinin bir kanıtıdır. Hollanda İnşaatçılar Derneği üyesi Rudi Roijakkers da diğer bütün uzmanlar gibi Tokyo ve Yeni Zelanda’yı örnek göstererek büyük ölçekli depremlere dahi dayanıklı yapılar inşa etmenin kolaylıkla mümkün olduğunu, sarsıntı sırasında hareket eden esnek binaların büyük önem taşıdığını belirtirken sürekli küçük ölçekli depremlere maruz kalan Hollanda’ya bu yöntemlerin Türkiye’den gelen uzmanlar tarafından öğretildiğini belirtmiştir.

Bu bağlamda, deprem bilimi alanında 25 yıldır devam eden akademik araştırma ve incelemeler neticesinde Türkiye’de ortaya çıkan tecrübe ve bilgi birikiminin, Gölcük Depremi’nde ayakta kalan Tavşancıl/Dilovası/İzmit ve Kahramanmaraş İkiz Depremi’nden hasarsız çıkan Erzin/Hatay belediyelerinin depreme duyarlı yönetim anlayışı ile tamamlanması gerekmektedir.

Tavşancıl Belediyesi, Kocaeli Üniversitesi akademisyenleri ile koordinasyon kurarak belde için zemin etüt raporu hazırlatmış, zemin sağlam raporuna uygun olarak yüksek katlı yapılara müsaade etmemiş, imar planına uymayan kişilere inşaat ruhsatı vermemiş ve bina inşaatını onaylamamıştır. Sonuç olarak Gölcük Depremi’nde beldede hiçbir can ve mal kaybı yaşanmamıştır.

Gölcük Depremi’nden 24 yıl sonra Osmaniye ile Adana’ya sınır olan ve fay hattı üzerinde yer alan Hatay’ın Erzin ilçesi de Kahramanmaraş İkiz Depremi’nden sağlıkla çıkmayı başarabilmiştir. Yerel yönetim tarafından ilçede en fazla altı olmak üzere ortalama dört katlı binalara inşa izni verilmesi ve binaların imar planlarına uygun şekilde inşa edilerek kaçak yapılaşma ile mücadele edilmesi, Erzin’in bu büyük yıkımdan can kaybı olmadan en az maddi hasarla çıkmasını sağlamıştır.

Sonuç Yerine Kısa Bir Değerlendirme

Bir deprem ülkesi olduğu son 75 yılda yaşanan üç büyük deprem ile neredeyse resmileşen Türkiye, mevzuat gereği birçok stratejik çalışma yapsa ve kâğıt üzerinde ilerleme sağladı gibi görünse de uygulamada yaşanan ihmaller ve denetim eksiklikleri sebebiyle hem demografik hem de ekonomik olarak büyük kayıplar yaşamaktadır. Bunun son örneği olan 2023 Kahramanmaraş depremleri tüm ağırlığıyla ülke ekonomisi ve toplum psikolojisi üzerinde derin etkiler bırakmıştır.

Henüz Gölcük Depremi’nin külleri yeni soğumuşken yaşanan son Kahramanmaraş İkiz Depremi kader ya da tesadüf değildir. Ülkemizdeki deprem gerçeği bilimsel kanıtlarıyla yıllardır tartışılmaktadır. Atatürk’ün talimatı ile yurt dışında eğitim alan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk doktoralı jeoloğu olan Prof. Dr. İhsan Ketin’in, 1948 yılında Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı, yaptığı ayrıntılı araştırmalar ile tespit ederek bilimsel olarak dünyaya ilan etmesinden bu yana konu üzerine araştırma ve incelemeler devam etmektedir.

Depreme dayanıklı sürdürülebilir şehirler kurulması için BM’nin ortaya koyduğu vizyonun aşağıdan yukarıya doğru her yönetim kademesinde içselleştirilmesi, bu doğrultuda sürdürülebilir bina sistemlerinin kullanıma sokulmasıyla yapı ve inşaat sektörünün sürdürülebilirliğinin sağlanması, toplumun da bu konudaki farkındalık ve eğitim seviyesinin yükseltilmesi gerekmektedir.

Yaşadığımız gezegene saygılı ve bireyi olduğumuz topluma karşı sorumlu olarak sürdürülebilir şehirlerin kurulması ancak akılcı ve bilimsel yaklaşımla mümkün olacaktır. Eğitimsiz anlayışın aksine depremin felakete dönüşerek can ve mal kaybına sebep olmasını engelleyecek tek güç bilimdir. İskenderiye Kütüphanesi’nin girişinde yazan “Bilim bizi tanrıların gazabından kurtarır” ifadesi, bugün dikkate almamız gereken bilgeliğin binlerce yıl önce zaten tespit edildiğini net bir şekilde göstermektedir. Bu sene 100. Yılını kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti’ni akılcılık üzerine inşa eden Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü ise sürdürülebilirlik anlayışının belki de yüz yıl önceki yansıması olarak kabul edilebilir.

Kaynakça:
Şahin, İsmail, Kılınç Tuğba, Türkiye’de 1980-2014 Yılları Arasında Görülen Depremlerin Ekonomik Etkileri, Siirt Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisadi Yenilik Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 1, Temmuz 2016.
Ergünay, Oktay, Doğal Afetler ve Sürdürülebilir Kalkınma, Deprem Sempozyumu, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, 11-12 Kasım 2009.
Gezen, A. (2015). İnşaat Sektöründe Sürdürülebilir Kent Yaşamı ve Karayolunda Uygulama Alanları, Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi, İstanbul.
Barrie, D., ve B.C. Paulson, J. (1992). Professional Construction Management, McGraw-Hill, New York.
Yılmaz, B. (2012). Türkiye İçin Sürdürülebilir Bina Performans Kriterleri ve Bütünleşik Tasarım Yönetim Modeli Oluşturulması, İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul
Kibert, C. (1994). Establishing Principles And A Modal For Sustainable Construction, Proceedings of First International Conference of CIB TG16 on Sustainable Construction, University of Florida, s.3-12.

Linked

N.Güneş Atay

-

Profili görüntüle